05 Şubat 2015

Kürtçe İlyada'nın Öyküsü


Yazar Özkan Öztaş, Homeros tarafından yazılışından üç bin yıl sonra yarısı Kürtçe’ye çevrilen ve doğduğu günden beri sesi hâlâ yankılanan İlyada için, Kürtçe İlyada’nın iki çevirmeninden biri olan Kamuran Demir ile ikinci kez görüştü. İlyada’nın Kürtçe macerası hakkında biraz daha konuşuldu… 
                                                     












Hayat öykünüzle başlayalım. Kimdir Kamuran Demir?

Ağrı Diyadin’in dört yol kenarında sayılabilir bir köyünde en karlı bir mevsimde başladı öyküm. O zamanlar Homeros’u tanımazdım; çünkü hiç bahsedilmezdi ve Kürtçe’m üçüncü sınıfta kalmıştı fakat yine de tepesine destekli bir el vurunca çalışan teypten dinlediğim dengbêjler hafızamdan hâlâ bile çıkmadı. Bir de adını defaatle anmam gereken, bana çok şey öğreten kıymetli üstadım, Nihat Altun… Gel zaman git zaman derken bir uçtan bir uca vardık, dünyayı ve destanları gerçek anlamda tanımam Homeros’un yurdu olan İzmir’e gelmekle oldu...

Üniversiteyi de bu şehirde mi okudunuz?

Liseyi, üniversiteyi… Bu göç durumu beni şiirle bütünleştirdi, şiiri sırdaş etti bana. Nihat Altun’un yüreklendirmesiyle ve şiirle başlayan kendime tercüman olma hevesim, yedi yıl sonra Hep Sonbahar Gibidir adıyla ürünleşti. Bazen bazı dillerin insanı anlatmaya yetmemesi veya insanın kendini başka başka kelimelerle ifade etme isteği benim on beş yıllık Kürtçe’mi fark etmeme neden oldu. Neredeyse içinde doğru-düzgün Kürtçe kelime kalmamış Kürtçe’m, dengbêjlerin kadim seslerini anmamla üniversitenin ilk yılında pek de imlâya uymayan bir şekilde dizelere dökülmeye başladı. O gün bugündür hikâyemde anadilim de benimle bir yolcu.

Size bu ışığı gösteren şey neydi peki?
Her Kürt yazar-okurun başından geçen bir şeydir. İlk kez bir Kürtçe kitap görmek, bir Kürtçe şiir duymak insanın(belki de yıllar boyunca uzaklaştığımız/uzaklaştırıldığımız için bizlerin) olağanüstü şaşmasına neden olur. Hayatımda ilk kez okuduğum Kürtçe bir şiirdi bu ışık:

“Li dûri min tu ber diwaran hiştine
Divên ku te bîra rêkî malê xwe kiriye
Nonê ser sêlê
Berfo ser çûnin li min werdê
Li dûri te or xuyê li dilê min werdo
Wara
Wara ku tu halê min bivînî
Wara ku ez dûri te ketime çi halî
Dorbarê me ol kirin
Qotixê me, qotixê me tol kirin…”

diye devam bu farklı dizeler benim “bu dil ile de şiir yazılabilirmiş, bu dil ile de okunabilirmiş”  diye uzayıp giden sıra dışı yargılar oluşturmama neden oldu.


Yani Kürtçe Homeros’a kadar uzandı bu sıra dışı yargılar…
(Gülüyor) Evet, ne ettiyse bu şiir etti! Fakat Homeros’un öyküsü farklı. Homeros’un Kürtçelenişinin mimarı elbette ki en baştan beri anmam gereken değerli ağabeyim Fecri Polat. Fecri Polat ile beş yıl önce tanışmam Homeros’u daha da iyi tanımama neden oldu. İlk kez bu fikri ortaya atan oydu, o hacimli kitaba baktığımızda her ikimizi de yüreklendiren ve “başaracağız” diyen hep o oldu. Kendisinin Troya’da yıllarca arkeolog olarak çalışması, İlyada’yı iyi tanıması ve sayıları ona varan çalışmaya imza atmış olması beni de cesaretlendirdi doğrusu. İyi ki bütün bunlar oldu ve iyi ki o ve onun gibi güzel insanlar var; ondan çok şey öğrendim…


Nasıl bir süreç içindeydiniz çevirirken? Bir kısmı basıldı geçen hafta, tepkiler nasıldı?
Benim İzmir’de kalıyor oluşum, Fecri ağabeyin Çanakkale’de kalıyor oluşu müthiş bir zorluk oldu bizim için. En az yedi saati bulan günlük telefon görüşmeleri bizi çeviriden daha çok yordu. Kelime kelime, harf harf tartışarak çevirdik İlyada’yı çünkü sıradan bir çalışma “yakışık almazdı” Homeros deyişiyle. Evet, bu zorlu süreçle yarısını en nihayetinde tamamladık çok şükür. Çok olumlu tepkilerle karşılaştık. Çok sevindirici bir haberdi bu; çünkü insanlar İlyada gibi bir eserin önemini iyi biliyordu.

Heyamola Yayınları bizi şaşırttı, biz Kürtçe bir yayınevinden çıkar diye düşünüyorduk.

Evet, Heyamola Yayınları’na ve değerli kurucusu Ömer Asan’a bir teşekkür daha yeri gelmişken. İlyada’nın yayımlanışının da kendisi kadar uzun bir öyküsü var. Biz henüz yolun başındayken İlyada hangi yayınevinden çıkmalı diye düşünüyorduk. Bu nedenle tanıdık yayınevleri ile görüş alışverişinde bulunduk. İzmir’deki “Na Yayınları” gerçekten bizi sürecin başından beri destekledi. Çok iyi biliyorum ki yeni bir yayınevi olmasaydı ve olanakları biraz daha iyi olsaydı onlar toplumun farkındalık sahibi aydın kişileri olarak bu eseri bizden günü gününe alırlardı. Belki buna yetmediler ama İlyada’ya ilgi ve emekleri yeterdi, Na’ya da şükran borcumuz var. Tabii ki başka başka ünlü Kürt yayınevlerini de tanıdık, sağolsunlar. Onlardan birkaçının özellikle Türkçe’ye karşı ‘garezi’ vardı, ben onu anlamıştım.

Nasıl yani? Biraz daha açıklık getirmek ister misiniz?

Söz konusu kişilerle olan görüşmelerimizde İlyada’yı yalnızca isim olarak duydukları -ki bunu rüştiyeli biri bile bilir- anlaşılıyordu. Bu, kesinlikle bir yayınevi sahibi ve bir edebiyatçı için “sorun”du ama hadi o da olsun-du. İlyada’yı kendileri bilmemeleri, İlyada’nın toplumca bilinmiyor oluşuydu ve bu da “para” etmezdi kendilerince. Kapitale bağlı toplum vesaire vesaire. Özellikle İngilizce ve Almanca’dan çeviride büyük yardım aldığımızı söylediğimizde sorun yoktu fakat Türkçe’den çevrildiğini duyduklarında eyvallah ediyorlardı. İlyada’nın üç bin yaşında olduğunu bilmemek, Türkçe’ye on yılda büyük emeklerle çevrildiğini ve Türkçe’nin de gerçekten büyük bir dil olduğunu bilmemek, dayanağı olmayan bir eleştiri için detay olarak sağlam bir yoldu. Eminim ki Heyamola’nın birleştirici, yapıcı, hoşgörücü ve ders niteliğindeki tutumunun ne denli anlamlı olduğunu fark etmişlerdir. Doğrusu Heyamola’daki olağanüstü çaba ve ilgi bizi çok şaşırttı. “Anadolu’daki kültürler ve gelenekler arasındaki köprüyü kurma” girişimimizin âdeta başrol oyuncusu oldu. Heyamola bütün edebiyatsever Kürtleri büyüledi, belki de yalnız beni değil.



    Heyamola Yayınları

Bahsettiğiniz geleneklerarası kültür köprüsünü kurma yolunda, mesela İlyada’da her iki gelenek arasında ne tür ortaklıklar yakaladınız?
İlyada’da çok fazla kırsal, “taşra” toplumun izleri var. Bazen köşklerden, tunç eşiklerden, zenginliklerden söz açar ama çoğu kez de birtakım hayvanlar, tarım kültürü, dağlar, denizlerin dalgaları… geniş bir anlatımla dile getirilir, bunlar çoğunlukla teşbih yapmak için kullanılır. Günümüz Anadolusu’nda tarım kültürüne, bu kavramların Kürtçesine gerçekten ihtiyaç duyduk bu kelimelerle boğuştuğumuzda. Bize ilginç gelmişti; teknoloji, modernleşme, sanayileşme gibi toplumun dilsel-kültürel yapısını değiştirmeye yetecek sandığımız birtakım şeylerin etkisiyle birlikte hâlâ dimdik ayakta duran ve toplumun sahiplendiği bir tarihi dil-yaşam kalıntısı, mirası ortadaydı. Mesela İlyada’da geçen sağrak, avurtluk, yaşmak, tolga gibi kelimeler bugün Kürtçe’de capcanlıydı. Üç bin yıl önce aynı topraklarda yaşayan göndergeler bugün hâlâ Anadolulu diller içerisinde, Türkçe’de, Kürtçe’de farklı seslerin tınısıyla yaşıyordu. Biz çoğu kez bu sözcüklerin tam karşılığını yakalamak için, köylerde yaşayan ve uğraşları tarım, hayvancılık olan bir kesimle görüşmeler yaptık. Müthiş bir sözlük gibi taptaze duran hafızaları bize çok yardımcı oldu ve bin yıllara rağmen insanlığın değişmeyen taraflarını görmemize neden oldu.


    Bozkır Kültürü'nden


“Silahlara elveda, Kürtçe İlyada’ya merhaba” diyorsunuz. Vermek istediğiniz mesajı konuşalım biraz da…
(Öncelikle bu sloganın telif hakkı değerli Rüstem Aslan hocamızın.) Troya Savaşı “otuz” yıllık bir zamanı kapsıyor ve bu savaş tarihte bilinen ilk “doğu-batı” savaşı. Tarihin bize öğrettiği bir şey var, İlyada’nın bize vermek istediği bir mesaj var: “İnsanlık doğduğundan beri savaş içinde.” Surları anca tahta bir at hilesiyle geçilen Troya da yıkıldı diyor İlyada. Neredeyse bütün hayatını vatanını korumakla geçiren Hektor da öldü diyor İlyada, ve yiğitliğiyle ün salan Akhilleus da ağladı Priamos babasını onun aklına getirirken. Ve Andromakhe eşsiz kaldı geride, ve Astyanaks’ın savaştan dönerken kendisini kucağına alıp seven bir babası kalmadı artık, diyor İlyada. Saldırıyı yapan Akhalar da çok kayıp verdi, hepsinin anne-babası hasret içindeydi diyor İlyada, “fakat savaş bitti”. Bütün kimliklerimi bir yana bırakıp söylüyorum, Ortadoğu bu cehenneminden kurtulmalı artık. Anadolu ve Mezopotamya’daki “otuz” yıllık “doğu-batı” savaşı gerçekten bitmeli, bunun mesajını biz değil, İlyada her şeyden önce veriyor. Ve Kürtçe İlyada’yı manidar yapan şey de otuz yıllık bir savaşın ardından doğuşudur, “diller ve geleneklerin yeniden buluşması, kaynaşması, birbirini tanıması”dır. Dillerin (ki bu Anadolulu her dil için geçerlidir, Türkçe de dahildir) ve düşüncelerin kabulü, halkların birbirlerine karşı olan saygısıdır, sevgidir.
   Ölüm yatağındaki Hektor, eşi Andromakhe ve oğlu Astyanaks



Troya Savaşı ile Ortadoğu’daki savaşları böyle karşılaştırıyorsunuz. Bir edebiyatçı olarak sizde İlyada’yı çevirme arzusunu doğuran şey neydi ilk başta? Neden bir savaş destanı?

İlyada’dan önce de Kürtçe’ye çevirdiğim çok yazı oldu ki bunların birçoğu şiirdir ve bir gün basılmayı beklemektedir. Kürtçe’de fark ettiğim bir şey vardı: Acının ve kahramanlığın diliydi Kürtçe. Öncelikle acının. Hatta ilk kez Kürtçe şiirler karalamaya başladığımda acı acaba Kürtçe’den mi doğdu diye düşünmeye başlamıştım. Çok belli bir şeydir bu, mesela Türkçe’nin en etkili konusu hasrettir. Bunu Nâzım’ın, İlhan’ın şiirlerinden hemen fark ederiz. Oysa Kürtçe “delala min”, “çavreşa min” ile sınırlar kendini. Ve Kürtçe’de “êş” müthiş bir anlam yoğunluğuna sahiptir. Mesela Kürtçe’nin en güzel şiirlerinden “Janya”(ki “jan” ile başlar) aşk gibi görünür fakat inanılmaz bir acı teması içinde harmanlanmıştır. Tabii ikinci şey; kahramanlık. Kürtlerin tarih boyunca arınmayı beceremediği aşiretçilik çatısı altında birbirleriyle kavga içinde oluşu dengbêjlerin kahramanlığa da dayanan bir dil kullanmalarına sebep olmuştur. İlyada’da da en çok bu ikisi üzerinde durulur; bir yandan ölenler ve kalan acıları, bir yandan ölenler uğruna kalanların kahramanlıkları... Kahramanlık acıyı, acı kahramanlığı doğurmuştur yani… Bu ortaklık bize kolaylık sağladı ve İlyada’yı daha aşina etti.



Şiirle uğraşmanız çeviriye neler kattı?
İlyada, olay çerçeveli uzun bir şiirdir aslında. Böyle olmasaydı, şayet düzyazı olsaydı beş yüz boyunca dilden dile aktarılamaz, ya bozulur ya da unutulurdu ve Homeros’a da ulaşamazdı. Homeros’a ulaşıncaya dek İlyada sözlü bir gelenekle yaşamıştır çünkü savaş çok çok önceleri olmuştur. Günümüzde de şiir dışı anlatıma dayalı destanlar çabuk bozulur, aynı destanın onlarca farklı anlatımı olduğu görülür. Fakat şiir biraz daha sağlam durur, şiire eklemeler yapmak zordur ve şiir akılda kalıcıdır. Şiirle iyi bir dost oluşumuz İlyada’yı çevirmek isteyişimin başlıca sebeplerindendi. Çeviri sırasında cümleleri bozmayacak şekilde ahengi sağlamak üzere kurmaya çalıştık. Bu konuda Polat’ı epey beklettiğim ya da daha sonra tekrar dizelerle oynadığım çok oldu. Bence İlyada varlığını öncelikle şiir olmaya borçludur ve Kürtçe’si de biz çevirdiğimiz için değil, İlyada olduğu için Kürtçe şiirin en güzel örneklerinden olacaktır.


   Hileyle ele geçirilen Troya ve buna neden olan Tahta At


Peki Türkçe Öğretmenliği’nde okumanız çeviriye nasıl etki etti?

Her üniversitenin meşhur öğretmenleri olduğu gibi bizde de Tahir Kahraman ismi önemlidir. Onun “sıfatlar” konusu ayları alan çalışmalar sonunda çözülebilir niteliktedir. Tabii ki İlyada’da imgelerin, sıfatların başı sonu yoktur ve kelime hazinenizin çok geniş olması gerekir. Haftalarca işleyişini irdelediğimiz o ders meğer bir gün bana İlyada’yı çevirirken daha iyi analiz etmeme yardımcı olacakmış. Hiç tahmin etmezdim… Bana çok yardımcı olan diğer bir ders ise Hüseyin Tuncer’in şiir incelemeleriydi. İlyada’nın anlam yoğunluğuyla baş etmek için tahlil önemli bir meseleydi… Kısaca kaynak dil de, aktarılan dil de iyi bir İlyada için şart konumundaydı.


Kitabın arka kapağında Evdalê Zeynikê ile Homeros yan yana bulunuyor. Neden bir başka dengbêj değil ya da neden Evdalê Zeynikê?



Çünkü;



“Evdal dibê bihar e qulingê ser me de neqîrîne 
Dibê per û baskên qulinga min şikestine
Çavê Evdalê Zeynê kor e, rê nabîne
Kesekî xwedan xêr tune bi destê Evdal bigire
Biavêje ser ocaxa Şêx Badîn e
Belkî diayekê bixwezî ji Xaliqê Alemê Rebê Jorîn
Xwedê çavên Evdalê Zeynê sax bike
Per û baskên qulingê bikewîne
Li min way li min way…
Li min way li min way…
Temo lawo felek xayîn e
Bi bavê te re çi bikim nayê rayê…”

                                                                         


diyen Evdal ennn büyüğüdür, bütün dengbêjlerin toplandığı divanda gece gündüz yılmadan söyleyebilen odur çünkü. Bu nedenle onun bir diğer adı da “Homeros”tur bizce. Gördüğünü şiire çevirmiştir, tanık olduklarına, yaşadıklarına ve yaşamak istediklerine ahenk vermiştir Evdal. Bunu yaparken de sesini ait olduğu toplumun ve coğrafyanın gücüyle yoğurmuştur. Sonsuzluk peşinde değildir fakat yüz üç yıllık hayatı sonsuzluğa uzanan bir niteliktedir, o bu nedenle “Abdal” gibi güzel bir isimle ödüllendirilmiştir. Biz Evdalê Zeynikê’yi bütün dengbêjlerin, dengbêjliğin kadim yapısının bir sembolü diye algıladık. Nitekim bunu bizden evvel dillendirenler de çok olmuştur. Homeros geleneğinin detaylıca anlaşılması sonrasında, bu kültürün devam ettiğini özellikle vurgulamak için bizim olmazsa olmazımızdı Evdal. Homeros ve Evdal’ın iyice tanınmaması İlyada ve dengbêjliği ‘kısmen’ anlamaya yarayabilir sadece.


Dengbêjliğin İlyada’ya epey katkısı olduğunu daha önce söylemiştiniz. Şöyle bir soru soracak olursak nasıl cevaplarsınız: İlyada dengbêjliğe ne katabilir?

Güzel bir soru… Cevabı önceden düşünülmüş bir soru aslında bu. Fecri Polat’ın dengbêj bir amcası var. Kendisine biz İlyada’dan bazı kısımlar okuyup kayıt bıraktık. Dengbêj amcamızı yakın zamanda Çanakkale’ye davet edeceğiz ve orada kendisi bize bozlak diye nitelendirebileceğimiz İlyada’nın “kilam”larını okuyacak, şu an hazırlık aşamasında. Bunun kayıt versiyonlarını yayacağız. Böylece üç bin yıl önce Çanakkale’de kendi diliyle “kilam” söyleyen Dengbêj Homeros’u bugün aynı coğrafyada ve benzer tınılarla tekrar anmış olacağız. Belki de bu kilamlar Hekîmo gibi, Wey Dil, Ez Reben im, Lawikê Metîn gibi asırlarca yaşayacak, kim bilir…











Dengbêj Seyîtxanê Boyaxcî



Kürtçe Odysseia beklentisi oluştu mu okurlarda?

İlyadaseverlerin de, edebiyata gönül verenlerin de bu yönde bir isteği olmuş olabilir. Haliyle İlyada yarım kalmış bir öykü gibi duracak Odysseia’sız, bunun farkındayız. Tabii ki biz de bu beklentiye karşılık vereceğiz, Odysseia İlyada ile beş-on yıl içerisinde tamamlanmış olacak şayet hayat önümüze bir set koymaz ise. Sizin sayenizde ilk kez bunu da dile getirmiş olduk böylece.

Kürt okurlar için sanırım sevindirici bir haber oldu. Teşekkür ederiz bizimle bütün bunları paylaştığınız için.

Ben teşekkür ederim bu güzel ilginiz için…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder