Sözlü Edebiyat ve Kürt Sözlü Edebiyatının Yeri
Edebiyatı yazılı ve sözlü edebiyat
olarak tasnif ettiğimizde ve yazının edebî âlem içinde kullanımını göz önünde
bulundurduğumuzda sözlü edebiyatın literatür içindeki önemi ve değerinin bir
hayli fazla olduğu görülür. Bunun başlıca sebebi yazıdan önceki tarihlerde
toplumların sözlü bir edebiyat oluşturmasıdır (ki bilinen yazı örneklerinin
ilki M.Ö. üç bin yıla kadar gider; bu da sözlü edebiyatın ne kadar ciddi bir
zaman diliminde yaşadığını örneklemesi bakımından önemli bir veridir). Dünya edebiyatı
içinde sözlü eserlerin etkisi şüphesiz ki “bütün yazılı eserlerde” de yer
edinmiştir.
Günümüz edebiyat çerçevesi, her iki
k(y)olu da kapsamış olup yazının kullanıldığı coğrafyaların genişlemesiyle yazı
yoluyla anlatıma da epeyce yönelmiştir, fakat yine de sözlü edebiyatın çok daha
güçlü olduğu ulusal edebiyatlar bulunmaktadır. Bunlar içerisinde Kürt Edebiyatı
günümüzde önemli bir yer edinmektedir. Kürt Edebiyatı’nın böyle bir şekil
almasında Kürtçe’nin yaşadıkları ve Kürtçe coğrafyası en etkili nedenler
arasındadır.
Celadet Alî Bedirxan’ın Hawar’ı
15 Mayıs 1932’de çıkarması ve Kürtçenin Latin alfabesine geçişinin, aynı
zamanda Kürt Edebiyatı’nın Batı tesirine girişinin dönüm noktası olması, Kürt
Edebiyatı’nda “yazılılaşma”nın ve modernleşmenin “en etkili başlangıç noktası”dır.
Şüphesiz ki Klasik Edebiyat geleneği ve Alexander Jaba’nın ilk temsilci saydığı
Elî Herîrî(1010-1078, Kurmancî ile yazmıştır) Kürt yazılı edebiyatı için gerçek
başlangıç teşkil etmektedir. Bu gelişmelere, diğer bütün yazın gelişmelerine ve
Kürtçe’nin yazıyla tanışması üzerinden (tahminen) bin yıllık zaman geçmesine
karşın bugün yine de Kürt Edebiyatı sözlü edebiyatta ciddi anlamda ileri
düzeydedir. Bu canlılık özellikle Kürt sözlü edebiyatı denilince de ilk akla
gelen “sözlü edebiyat ekolü” olan Dengbêjlik’in başarısıdır.
Dengbêj
Dengbêjlik; tarihi, halk hikâyelerini,
önemli toplumsal olayları ve destanları nakleden anlatıcıların oluşturduğu
köklü bir kültür, toplumsal bellek aktarıcılığıdır. Dengbêj; hem köy köy
dolaşarak güçlü sesiyle geçimini sağlayan, hem de bu rol ile Kürt Sözlü
Edebiyatı’nı asırlarca canlı tutan “yaşayan bellek”tir. Genelde çalgı, (Türk
Edebiyatı’ndaki âşıklardan farklı olarak saz) kullanmadan etkileyici bir sesle
bulunduğu bölgenin “yerel edebiyatını” oluşturmada dengbêj aktif sorumluluk
taşır. Aynı şekilde, bilinen önemli kilamları uzun uzadıya söyleyerek
millî sözlü edebiyatın yapı taşlarını kurmada da rol üstlenmiştir. Dengbêj
denilince, Kürt Sözlü Edebiyatı’nın Homeros’u, Karacaoğlan’ı sayılan, bütün
dengbêjdaşlarından daha güçlü bir sese sahip olan ve günlerce-gecelerce süren
atışmalarda onlara karşı güçlü sesi hâlâ ayakta durabilen Evdalê Zeynikê toplum
hafızasında önemli bir iz bırakmıştır.
Evdalê Zeynikê/Evdalê Zeynê
Evdal(ki Türkçe’ye en hoş çevirisi
“Abdal”dır), Ağrı’nın Tutak ilçesinin bir köyünde doğan ve doğum yılı tam
olarak bilinmeyen(1800’lü yılların başında doğduğu tahmin edilen) bir
dengbêjdir. O, Zeyn(ik)ê’nin oğludur, yani babasını çok küçük yaşlarda
kaybettiği için annesinin adıyla çağrılan bir dengbêjdir. Kilamlarında
kendisinin İshak Paşa’nın torunu olan Sürmeli Mehmed Paşa’nın divanında
yaşadığı, Acem kızı Dengbêj Gulê(“Gula ‘Ecem”) ile atıştığı, “Eyşo” ile evli
olup birçok kilamında seslendiği, dertlerini anlattığı “Temo” adında bir
evlatlık çocuğu olduğu görülür. Kilamlarından ve halk anlatılarından
edinilen önemli bir bilgi de sonradan âmâ oluşudur:
“Evdal der, ey turna, bahardır, haykırma bize
Der, kırıktır turnamın kolları, kanatları
Evdalê Zeynê’nin gözleri kördür, yol görmez…”
Kör Evdal’ın seçtiği önemli temalardan
biri de, bir başka körlüğü olan yoksulluktur. O, Temo ile, kolları-kanatları
kırık turnası ile yollara düşüp her dengbêj gibi sesiyle yaşamını sürdürmeye
devam etmiştir.
“Ah Temo, oğul, ölüm daha yeğdir be fakirlikten…”
Evdal, ömrünün son yıllarını da bütün
dengbêjler gibi doğduğu coğrafyada gezerek, üreterek geçirmiştir. Körlük onu
1913’te Erzurum Karayazı’da geride bıraktığı yüzlerce kilamla ölüme terk
etmiştir. Bugüne kalan sınırlı sayıda kilamı, başta roman olmak üzere
Kürt Edebiyatına ve sözlü edebiyat damarlarına can katmıştır.
“Hekîmo” ve Öyküsü
“Hekîmo” Evdalê Zeynikê’nin en meşhur,
en çok dillendirilen kilamlarından biridir. (“Hekîmo” “Ey Hekim!”
anlamına gelen bir sesleniş biçimidir.) Öyküye göre (ki dengbêjlerin hemen
hemen bütün kilamları gerçekten yaşanan olaylardan doğmuştur) bir Ermeni
hekim ile gencecik bir Kürt kızı amansız bir aşk yaşamaktadır. Fakat inançlarının
farklı oluşu onları birbirinden etmeye yetmektedir. Bu aşk hikâyesi sırasında,
kızın ailesi, aralarında husumet olduğu söylenen dönemin ailelerinden biriyle
kavgaya tutuşur. Büyüyen kavgada yaralananlar olur. Kilamda geçen
“yaralıya derman haykırışı”nın sebebi işte bu kavganın yaralıları içindir…
“Hekîmo” çağrısı, Evdalê Zeynikê’nin
tanıklığını yaptığı bu olayı dile getirir. “Gel söyle ey hekim!” diye başlayan
Evdal, kilamı kızın bakış açısıyla dillendirir ve seslenir Ermeni hekime:
“Gel söyle ey hekim, oy, hekim kurban Allah aşkına naz eyleme bana…
Sen bir merhem yapasın baba evimin yaralısının yarasına
tayın kuyruğundan, zeytinyağından, ağaç kökünden, Mazı ağacının kökünden…
Vah esmerim getiresin şahin sütünü de…
Biz sunacağız hekimimize yaralıların hatrı için
dünya malını, şu yaşlı kadınların başındaki altınları…
Ey hekim eğer iyileştirirsen baba evimin yaralılarını
başımızdaki altınlara razı oldun oldun,
razı olmasan ben sunacağım hekimime nar yanakları, nazlı gerdanı…
Ah ben Abdal’ım, Abdal’ım, Abdal’ım, öleyim, öleyim, ben öleyim…
Gel ey hekim; acı içindedir baba evimin yaralıları,
sen incitmeyesin onları…
Gel söyle ey hekim, oy, hekim kurban sen merhem kutusunu getiresin ordan buraya,
ah, getiresin bu yana…
Sen görüyorsun ki baba evimin yaralısı inliyor derin acılar içinde,
ah, sen bir merhem yapasın sevdalıların gönlünden,
Söğüt ağacı kökünden, ağaç köklerinden, Nazar ağacından…
Vah esmerim getiresin şahin sütünü de…
Biz sunacağız hekimimize yaralıların hatrı için
dünya malını, şu yaşlı kadınların boynundaki altınları…
Ey hekim eğer iyileştirirsen baba evimin yaralısını
boynumuzdaki altınlara razı oldun oldun,
razı olmasan ben sunacağım hekimime
on sekiz yaşındaki çift altın sarısı, ak sineyi…
Ah ben Abdal’ım, Abdal’ım, Abdal’ım, öleyim, öleyim, ben öleyim…
Gel ey hekim; acı içindedir baba evimin yaralıları
sen incitmeyesin onları…”
Yazı ve çeviri: Kamuran Demir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder